Kabuktaki Çatlak

 Kabuktaki Çatlak


        Yılın en sevdiğim anlarını sorsalar, herhalde tam da bu günleri tarif ederdim. Yeşil erik çıkmış ama böyle on tanesi iki yüz lira değil. Baya olmuş çıkalı. Pazardaki tezgahlarda enikonu kendini gösteriyor artık. Hani onun ucuna ufak ufak kirazın takıldığı kayısının kendini gösterdiği günler... Şeftali de pek yakın... Bu en güzeli bana göre. Moralim de çok iyi oluyor bu mevsimde. Sevdiğim tüm meyveler var diye mi böyleyim, yoksa moralim iyi olunca her şeyi mi seviyorum? Bilmiyorum. Aslına bakarsanız pek aldırdığım da yok. İyiyim işte, keyfim yerinde. Koluma sepeti takıp bir koşu kayınvalidemin peşinden bahçeye iniyorum. Eli de çabuktur, ayakları da. Bir çırpıda kayısının tepesine çıkıvermiş. Kovasına attığı kayısıların tok sesini duymasam neredeyse kaybedecektim onu.


‘’Anne bu ne hız maşAllah sana. Elli beşinde böylesin, yirmilerinde uçuyor muydun bilmem?’’ diye takılıyorum.

‘’Hızlıyım da, kıymet bilen mi var?’’  "Akıllı adamım, hafif hatun aldım. Bak her işime fırlıyor" diye oturduğu yerden baban yine de kendini övecek bir şey buluyor. Ama bak kayısının tepesinde kim var? Yine duramıyorum ben çıkıyorum, huyum kurusun!’’  Gülüşüyoruz. Bir yandan kayısı topluyoruz, bir yandan da bana strateji veriyor. ‘’Oradaki hafif kızaranları da al. Onlar yarına kalmaz, ererler.’’ Dediği yere doğru ilerliyorum. Geçerken yerdeki iştah açan turuncu renkteki kayısı gözüme takılıyor. Daha eğilirken kayınvalidem sesleniyor.

 ‘’Onu alma kurtludur o.’’

‘’Değil gibi, baksana yeni düşmüş daha.’’ 


"İçimde misin be anneciğim? Daha benim haberim yok alacağımdan. Bu ne hız… " diye içimden geçirmeden de duramıyorum.

‘’Yok yok boş ver kurt girmiştir elleme.’’

Merakımı yenemiyorum, uzanıp alıyorum. İkiye yardığım anda, "evet selamlar, Cumhuriyetiniz hayırlı olsun gençler! "
İçeride cirit atıyorlar. ‘’Nasıl hemen saniyede bu kadar istila ediyorlar çok ilginç.’’ Diye düşünüyorum. Doğru ya kabuğu zedeleniyor, hemen fırsat bulanlar doğruca içeri... Derken cevizler aklıma geliyor, geçen sonbaharda ayıkladıklarımız. Biraz zedelenmişlerin içinde hep güvelerin larvaları vardı. Düşünürken laf lafı açıyor, tıpkı konuşurken yaptığım gibi. Ama boş konuşmam sohbetim tatlıdır. Neyse… Ne diyordum? Kendi kendine konuşurken insan ne söylediğini unutur mu?

     Kabuk çatlamaya görsün. Herkes avının peşinde hayata bak sen. Bir yerimiz kesilince, mikrop kapması gibi. Normalde zarar vermeyen gül gibi, geçinip gittiğimiz bakteriler bir bakıyorsun enfeksiyon oluşturuyor. Deri de hemen zaten telaşla onarmaya çalışıyor duvarını. Biliyor başına geleceği, sınırlarını müdafaa ediyor. Ama ben olsam, ne sinir olurum o bakteriye. 

Hain! Pis fırsatçı seni! Vücudum neyse ki benim kadar fevri değil, çalıyı dolaşıyor işine bakıyor...

      Zaten, ah şu vücudumun lafını bir dinlesem her şeyi benden iyi yapıyor. Gerçi Covid zamanı beni çok üzdü, bak unutuyordum az daha. İnsan rahata ne çabuk alışıyor. Hastayken hiç geçmeyecek gibi geliyordu. Millet Covid ile kol kola girmiş halay çekiyor. Gezmelerde tozmalarda, ağız ağıza, yedikleri içtikleri ayrı gitmiyor. Ben uzaktan el sallasam, gelip bana yapışıp hasta ediyordu. Onca tedbire rağmen üç kere misafir etmiştim kendisini. Gözünün içine bakıyorum bana müsaade demiyor, kalkıp gitmiyordu. Ne günlerdi! Bak düşündükçe şimdi fark ediyorum, vücudumun ne suçu var ki aslında? Ben bağışıklığı sağlam tutamamışım. Kabuğu çatlatmışım, Covid de gelmiş girmiş içeri. Gözümle o kabuğu görmüyorum ya bağışıklığın düştüğünün de farkına varamamışım.

       Demek ki hayatta her şeyde bir kabuğun olmasının hikmeti de bu. Dış dünyayla arasına bir bariyer, bir sınır çekiyor. Çünkü dış dünya güvenilmez. Baksana her tür bela cirit atıyor. Sen kapıyı açık bırakırsan hırsızın insafına kaldın demektir. Doğru ya, dedemin zeytin çırpma makinesi öyle kayıplara karışmıştı. Demir kapıyla kamerayı ondan sonra taktırmıştı. Ama ne kızmıştı o hırsızlara. İzlerine kurşun atıyordu resmen. Hala aklına geldikçe ilk günkü gibi sinirlenebiliyor, sanki daha dün girmişler içeriye. Alem adam...
     Ben hiç öyle değilimdir. Bazen çok sinirlenirim birine ama hemen unutuveririm.  Eşime söylerim '’Bak ben bununla konuşmayacağım artık. Bana sakın unutturma.’’ Bıyık altından güler '’Tabi hayatım kesin öyle olur...’’ O sinirle bir de onu paylarım. Paylarım paylamasına da, haklı aslında. Hem unutuyorum hem de bazen unutmasam da hayır diyememekten oluyor bunlar. Kötü olmayalım, tadımız kaçmasın, benden olmasın, beni kötü bilmesin vs.

‘’Yıllarca emek verdik küs ayrılmayalım.’’ diye taviz üstüne tavizler verdiğim üniversite arkadaşım Merve’yle de böyle olmuştu. Hep alttan alırdım onu idare ederdim. Saçma sapan şeylere küserdi, trip atardı. Ben kızsam da dayanamaz, elimde kurabiyelerle kapısını çalardım. Her seferinde kendimi açıklardım ve güç bela barışırdık. Zor zamanlarında beni arardı. Bir dönem evsiz kalmıştı da evime bile almıştım. Ama o ekmek elden su gölden yaşarken, eve bir tane yoğurt bile alıp gelmemişti. Kendine güzel güzel kıyafetler alıp duruyordu. Belli ki parası da vardı. Bense bunları asla o anda görememişim. Hiç sesimi çıkarmıyordum, idare ediyordum. Bana yalanlar söyleyip başka arkadaşlarıyla eğlenceler, gezmeler tozmalar… Onların yanına yakıştıramıyormuş belli ki. Bir ay kalmıştı mezuniyete ama ben koşmuş koşmuş yorulmuşum. Tekrar haydi deyip koşmuşum, bir daha ha gayret demişim, sonra tekrar ve tekrar... O yüzden artık bir ay değil, bir an bile ona katlanamayacaktım.

‘’Çık hayatımdan! Ne halin varsa gör!’’ deyip yollarımızı ayırmıştım. Ama hayret etmiştim hem de ne çok canım yanmıştı. İnanamıyordum, suçlu ben olmuştum. Zeytinyağı gibi derler ya, on kata kadar güçlendirilmiş zeytinyağı gibi üste çıkmıştı Merve. Dahası arkamdan neler neler konuşuyordu, duyuyordum. Dedemin elinde bastonu hırsızlara saydırması gibi, hatta az kalır. Benim emeklerimi, alttan almalarımı, idare etmelerimi hiçe sayıyordu. Anlatsam da asla görmüyordu. Bir insan nasıl bu kadar nankör olabilir?
Ah... Burada da aslında aynı şey yok mu! Kendi kendime aydınlanma yaşıyorum. Hayır diyememek, mesafe koyamamak, sınır ihlali! Kendi kabuğumu kendim çatlatmışım. Çatlatma ne kelime... Az önce taşla kırdığım kayısı çekirdeği gibi un ufak etmişim. Sonra da içeriyi darma duman ediyor diye Merve’ye kızıyorum. Tamam, hırsız suçlu da, kapıyı ardına kadar açan bana ne demeli...

Bu hayatta sınır koyamayınca insanın ayrıcalık hakkı olmuyor…

Ben ilişkilerimde bunu çok sık yapıyorum. İnsanlara sınır koyamıyorum, kızsam da alttan alan taraf hep ben oluyorum. Bazen çok net hayır desem de; kıyamayıp ‘’Tamam, tamam hadi bu seferlik yap’’ deyip, oğluma izin verebiliyorum. Hep de aynı şeyi yaşıyorum karşılığında. Yaptıklarım hafife alınıyor. "Zaten o halleder, bir şey demez’’ diye düşünüyorlar herhalde. Kimse üzerime benim onlara titrediğim gibi titremiyor. Finalde üzülen, yıpranan ben oluyorum ama sorsan; Ooo neler çekiyorlar, neler...

Kabuk çatlak, bağışıklık düşük, kurdu mikrobu içeriye alıyor. İnsan içeri girene kızıyor, yaşadıklarından dolayı. Onu suçluyor, o değişsin istiyor ama ona kapıyı ben açtım. Sınırsız davrandım, korumayı kaldırdım. Duvarları bir kere kaldırınca, içeri dalanları hangi güvenlik görevlisi yakalayabilir ki... Aradan kaçabilenlere mi kızmalı, duvarı kaldıran işgüzarlara mı?

Hayattaki bu tutarlılık beni kendine hayran bırakıyor. İnsan nerede sınırı aşarsa orada kontrolü kaybediyor. Hayat, sınırı korumanın önemini bir meyvede bile nasıl gösteriyor. Sınırın sağlamsa kıymetlisin. Yoksa insanlar omuzlarının üstünden arkaya fırlatıveriyorlar. Dahası, hiç güvenli değil. Dış dünya güvenli bir yer değil. Oraya bu kadar donanımsız çıkılmaz. İnsan tedbir alabilmeli. Kaskatı olup kırılamaz sınırlarla donanmak da doğru değil. Zaman zaman esneyebilen kıvamında sınır koyabilmek en güzeli…

‘’Var mıymış?!’’ sesiyle irkiliyorum kayınvalidemin. Toplamış da çoktan evin avlusuna gitmiş bile.

Kafamın içindeki gezindiğim yerlerden hemen gelemiyorum, '’Ne var mıymış? Ha! Kurt... Varmış annecim.’’


Deneyimsel Tasarım Öğretisi Nedir?

&

İnsanoğlu var olduğundan beri amacı hiç değişmemiştir.

Mutlu olmak, başarı olmak ve iyi ilişkiler kurmak…

  Deneyimsel Tasarım Öğretisi seminerlerinden;

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” sinde paylaşılan bilgiler,  kişiyi dününe göre daha mutlu ve başarılı yapar.  Seminer konuları; tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.


"Milyarlarca insan içinde bir kişinin ne önemi olabilir ki? Bunun cevabını o bir kişiye sorun..." 

Yahya Hamurcu 








Yorumlar

  1. Harika bir insanlar arası ilişki ve iletişim hikayesi ❤️

    YanıtlaSil
  2. Çok samimi ve soluksuzca okunabilir bir makale olmuş emeğinize sağlık hocam❤️

    YanıtlaSil
  3. Çok çok keyifli ve anlamlı bir yazı, teşekkürler!

    YanıtlaSil
  4. Emeginize saglik, sinir koyabilen gerçeğe göre tepki verir 👍🌸

    YanıtlaSil
  5. Yaptığımız her hata kabuğumuzda bir çatlak bir iz bırakıyor. Farkedip dengeye gelenlerden oluruz inşALLAH 🤲🏻🌸

    YanıtlaSil
  6. Müthiş olmuş, içinde yol çizeceğin bir yazı :) emeğinize, yüreğinize ve bilgi tutan beyninze sağlık <3

    YanıtlaSil
  7. Sınırlarımız olmadığında ilişkilerimizde yaşadığımız problemler ve çözüm için yol haritası çok güzel anlatılmış.
    Elinize sağlık...

    YanıtlaSil
  8. Sonuna kadar okuyan bir çok insanın makale tepeden tırnağa beni anlatıyor diyebileceği harika bir yazı olmuş hocam elinize emeğinize sağlık 👏👏👏Kabuğumuzu sağlam tutabilseydik belki bukadar kırılmalarımız bukadar keşkelerimiz olmazdı..!

    YanıtlaSil
  9. Harika bir yazı olmuş. Emeğinize sağlık

    YanıtlaSil
  10. Çok güzel olmuş emeklerinize sağlık 🌺

    YanıtlaSil
  11. Eğer sen kapıyı açık bırakırsan hırsızın insafına kaldın demektir. Gereken tedbirleri almadıktan sonra hırsız mı suçlu sen mi suçlusun, bir düşün.
    Ya da sen hırsız olsan hangi kapıyı hangi ev i tercih edersin?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder