Çocuk mu, Kariyer mi?

 Çocuk mu? Kariyer mi? 

Şöyle bir baktı olduğu yerden...

"Şu balkonun haline bak, etraf işe yaramaz eşyalarla dolu ve bir yıldan beri ben balkonu düzenleyeceğim güya!" diye söylendi. 

     

Sonra odaya geçti, odadaki 2 yaşındaki oğluna ait olan elbise dolabını parmağının ucuyla açtı. "Oğlanın elbiselerini de ne zamandır buraya taşıyacağım. Sonra boşalan dolabımdaki kendi elbiselerimi düzenleyeceğim, sonra balkonumdaki işe yaramazları elden geçireceğim. Sonra yeni aldığım bir aydır terziye gitmeyi bekleyen pantolonların paçalarını kısalttıracağım... Ay! Bir de şallarım var, tabii... Peki ya yazlıklar ve kışlıklar? Onları insanlar nasıl düzenliyor acaba? Annem o bizim küçücük evimize, o kadar eşyayı nasıl sığdırıyormuş? Bir de beğenmiyordum annemi. ‘Detayda düzenin yok anne.’ diye eleştiriyordum. Benim ne bütünümde ne detayımda düzen yok ya! Ama bir gün düzenleyeceğim tabii…” dedi ve ardından;

  • ”Bir kahvaltı hazırlayayım…”
  • ”Çocukları okula göndereyim…”
  • ”Sonra bilgisayarımın başına geçeyim…”
  • ”Aylardır süren projenin bitmeyen toplantılarına katılayım…” diye söylendi.

Erteleme hastalığı

“Belki o toplantı aralarında iki aydır bekleyen ütüleri yaparım. Dün gece de makalemi tamamlayamamıştım. Onu da sabaha kadar bitirmem gerekiyor, hocadan daha fazla zaman isteyecek yüzüm kalmadı. Allah’ım sen bana yardım et, beni bu erteleme ve büyütme hastalığından kurtar!’’ diyerek mutfağa doğru salındı.

Koridorda çocukların akşamdan kalma oyuncaklarının üzerinden geçerken, ‘’Her gün şu güncel işleri yapmaktan evin asıl düzen isteyen işlerine bakamıyorum.’’ diye içinden geçirdi.

Ev sahibi karıncalar

O sırada eğilip, evde bir süredir misafir ettiği karıncaları kontrol etti. Eksiksiz bir şekilde hatta fazlasıyla yerindelerdi. Bezgin ama gergin ses tonuyla;

‘’Musacım bir bakar mısın? Karıncalarımızdan haber var mı, ne zaman uğurluyoruz kendilerini? Yoksa çok memnunlarsa biz gidelim, onlar daha rahat etsin hıı? Zaten ev ev değil... Otogarlardaki kayıp eşya odası gibi. Ne zaman çıkaracağız balkondaki dolapları Musa? Ayrıca o sandalyeleri de ihtiyacı olan birilerine verebilir miyiz lütfen? Balkondaki fazla sandalyeler yüzünden biz oturamıyoruz." diyerek buzdolabını açtı, o sırada oğlu yanında bitti. Belli ki kahvaltı için sabırsızlanıyordu.

"Canım oğlum kahvaltıyı hazırlayınca seni çağıracağım. Lütfen önceden bir şey isteme, vermeyeceğim!’’

‘’Kızım, Asyacım, kardeşinin arabalarını salona çıkarır mısın? Ben kahvaltı hazırlayana kadar onu oyalarsan, sucuklu yumurta yapacağım."

Aslında çocuklarının çok sık sucuk yemesinden hoşnut değildi, her ne kadar sucukları güvendikleri yerden alsalar da... Ama organik yumurtanın hatırına diye düşünürken sucukları doğramaya başladı.  O sırada eşi mutfağa girdi;

"Günaydın, bu sabah formundasın bakıyorum. Gözünü balkonda mı açtın? Hani makaleni bitirecektin, bitiremedikçe eve sarıyorsun bakıyorum...O dolaplar kırık değil canım. Yine de vermek istiyorsan içlerini güzelce boşaltırsın. Dolabı da nereye vereceğimizi belirlersin, gelirler alırlar." dedi.

Eşinin bu rahat konuşmasına canı sıkıldı ama karşılık vermedi. Musa devam etti; "Gerçekten karıncalardan ben de bıktım. Yine çoğaldılar, daha yeni karınca tozlarını attım, artık bittiler zannetmiştim. Ne enerjik, ne neşe dolu bir sabah!" diyerek lavaboda yüzünü yıkadı. Çıktığında söylenmeye devam ediyordu Musa;

"Nil, bak yine çocuklara kahvaltı hazırlıyorsun, sonra gecikiyorlar. Ben de onları beklemekten işe gecikiyorum. Ya şunu daha erken yap! Ya da bırak artık, organik beslenme işini… Diğer tüm velilerin çocukları gibi kahvaltıyı okulda yapsınlar! Bir kahvaltı yüzünden her sabah geriyorsun bizi..." dedi.

Fedakarlık mı? Mükemmellik mi?

O kadar fedakarlık yapıp, mücadele etmesine rağmen, eşinden takdir görememişti. Nil bu durumda bir açıklama yapmak zorundaydı.

‘’Ben hem iki çocukla ilgileniyor hem de çalışıyorum. Bir de doktoramı bitirmeye çalışıyorum. Fena mı, düzgün beslenelim istiyorum? Kocam da beni yetersiz hissettirerek bana destek oluyor. Teşekkür ederim Musacım.’’ dedi ve tabakları masaya sertçe bıraktı.

‘’Öyle mi Nil? Ben de iş seyahatinden yeni dönmüşüm. Günlerdir evde değildim, sizin neşenizi, güler yüzünüzü değil de karıncaları özlediğimi mi düşündün?’’ dedi ve kravatını taktı. Kahvaltı etmeden evden ayrıldı.

Severek evlenen, birbirini özleyen çift nasıl olmuştu da bu hale gelmişti? Nil mutfakta çaresiz oturdu, gözleri pencereye daldı.

Nil, hayatı irdeleyen, çözüm arayan, sabırlı biriydi. Çocuklarını küçük yaşta yuvaya başlatsa da mümkün olduğunca mutfağında organik gıdalar tercih ediyordu. İşi yoğun değilse çocuklarıyla vakit geçiriyordu. Evinin düzenli olmasını isterdi fakat çocuklarla bu pek mümkün olmuyordu. Her şeye yetişmeye, yetmeye çalışıyordu ve yıllar böyle akıyordu. Şimdi ise o zinde kadın, yorgun bir kadına dönüşmüştü.

Ne uğruna yoruluyoruz?

İnsan yorulur, yorgunluk çok kıymetli ve insana kazandıran bir nimettir. Ama insanın ne uğruna yorulduğu ve nasıl yorulduğu, onun dinlenebilmesinin de sebebidir.  

İnsan seçimler yapar, insan reddeder veya sever ama neyi neden reddettiğini veya neyi neden sevdiğini tanımlamadıkça bu seçimler deneyime dönüşemez. Yaşadıklarımızda bir sonuç değerlendirme yoksa, o yaşanmışlık bir deneyime dönüşmemiştir ve kişiye kazanımı olmamıştır.

Problem ve Çözümü

Nil, problemlerinin ve isteklerinin, bir yandan da yapmak zorunda kaldıklarının içinde boğuluyor gibiydi. Hem kariyer hem evlilik hem mükemmeliyetçi yapısı onu zorluyordu. Bazen de çok güçlü bir şekilde, problemin çözümünü yanı başında hissedebiliyordu. Çözümünü bulamadığı bir problem olduğunda da cevap aramaya devam ediyordu. ‘’Başka bir şey denemeliyim, bir stratejiye ihtiyacım var." diyebilen insanların çözüm haklarının olduğundan bahsedilmişti katıldığı bir seminerde...

Defterine şunları yazmıştı:

“Problem varsa çözümü zaten vardır. Çözümü bulamıyorsa, kişinin kendisiyle ilgili bir durum söz konusudur. Deneyimsel Tasarım Öğretisi der ki; “İnsanın hayattaki tek engeli kendisidir… O halde kendine şunu sor; bu problemi nasıl çözmelisin?" diye not etmişti.

Camda kendi yansımasını gördü. Artık Nil’in gerçek bir sorusu vardı:

Sahi gerçek problem neydi? Dününe göre daha iyi olabilmek için stratejisi ne olacaktı?

  

Deneyimsel Tasarım Öğretisi Nedir?

&

İnsanoğlu var olduğundan beri amacı hiç değişmemiştir.

Mutlu olmak, başarı olmak ve iyi ilişkiler kurmak…

  Deneyimsel Tasarım Öğretisi seminerlerinden;

“Kim Kimdir”,” İlişkilerde Ustalık” ve “Başarı Psikolojisi” sinde paylaşılan bilgiler,  kişiyi dününe göre daha mutlu ve başarılı yapar.  Seminer konuları; tüm zamanlar, tüm konular ve tüm insanlar için geçerlidir.


"Milyarlarca insan içinde bir kişinin ne önemi olabilir ki? Bunun cevabını o bir kişiye sorun..." 

Yahya Hamurcu 

Yorumlar

  1. Sorun varsa çözümüde vardır?
    Soru varsa cevabıda vardır? Doğru amaç ,amaca uygun hedef başarıya ve mutluluğa götürür insanı… asıl marifet; o kadar kaos ve oyalayıcıların içinde, berrak bir zihinle bunları düşünebilmekte…Kendini keşfedebilmekte…
    Güzel bir yazı olmuş, emeğinize, kaleminize sağlık🌸

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir yazı olmuş, en çok düştüğümüz yanılgılardan biri gerçekten, fedakarlık yaptığımız zannediyoruz ama aslında mükemmel olmaya çalışıyoruz

    YanıtlaSil
  3. İnsanı oyalayan gerçekten asıl problemi bulamamak oluyor. Zaman geçiyor, kişiler değişiyor ama problem değişmiyor...
    O zaman nereden başlamalı? Stratejiyi nereden bulmalı? :)
    Kaleminize sağlık 🌸

    YanıtlaSil
  4. Yani problem insanın şifasıdır. Yeterlilik kazandırır. Peki problem neydi? Cevaplanmamış soruya
    problem denir. Kalemminize sağlık.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder