Şehrin telaşından, koşuşturmacasından bir gün olsun sıyrılıp kendimi evimizin yakınındaki ormana atmıştım. Daha doğrusu en yakın arkadaşım o kadar ısrar etmişti ki, ormana gelmek zorunda kalmıştım. Sonradan o günü hatırladığımda, kafa dengi bir arkadaş, mataramda kahvem, yanımızda kamp sandalyeleri ile ormanda nasıl da keyifli bir gündü diye anmıştım o günü. Sabahın erken saatlerinde doğayla baş başa kalmış, kuş sesleri, koca koca ağaçlar, yapraklar arasından sızan ışık süzmeleri… Bir de sonbaharın gelişiyle turuncudan sarıya dönen renkler, yeşilliğini kaybetmeyen ağaçlar arasında çok hoş zaman geçirmiştik. Yeşilin farklı farklı tonları bir renk cümbüşü gibiydi.
Ormana gelmek bile hiç aklıma gelmemişti o güne
kadar. Neden bunu daha önce yapmamıştık? Hemen bahanem ardından geldi; evden,
işten, çocuklardan vakit kalmıyor ki kendimize. Onlarla birlikte de
gelemiyorduk. Yapılacak çok işimiz vardı.
Kendimi bazen bir yarış atı gibi, her gün kendimi
tekrar eder gibi hissediyordum. Çoğu zaman düşünmeden yapmak zorunda kaldığım
işlere otomatik pilotta gidiyordum sanki. Bugün ise sanki bu zorlu hayatıma “Mola!”
demiş, “Kendine dön!” demiş gibiyim. Ruhumun da dinlenmeye, anlaşılmaya
ihtiyacı olduğunu artık daha iyi anlıyorum.
Aslında çok önceden bunu yapalım diye konuşmuştuk.
Bugüne kadar hep lafta kalmıştı. Bana kalsa yine öyle olacaktı. Bugüne
kısmetmiş, ancak gelebildim….
Arkadaşım sürekli derdi:
-Biraz da kendini düşün, dünyayı sen
kurtarmayacaksın, biraz dinlen, doğanın tadını çıkar, sonra şehir nasıl basacak
görürüsün.
Ben ise hiç düşünmeden sanki mola verince her şey alt üst olacakmış gibi cevabını verirdim:
-Ne dünyası kendimi kurtarayım yeter. Bunu
bilmeyen yok ama şehirden kaçıp giden de pek yok. O kadar emeği boşa mı
harcadık?
Düşünmeden, otomatikleşmiş bir cevap verdiğimi
anlamış gibi bana bakıp soru sorardı:
-Hep aynı cevap… Peki her gün şikâyet ettiğin hayata daha ne kadar
emek harcayacaksın?
Haklı olabilir miydi? Her zaman yaptığımdan başka
bildiğim bir yol yoktu ki. Bir mola verip nefes aldığımda tüm hayatım,
işlerim, zorunlu yapmak zorunda hissettiğim işler, görevler alt üst olacak ve
ipin ucu kaçacak gibi geliyordu. Ben de yeniden düzenimi kurmaya çalışacakmışım
gibi sanıyordum. Yeniden başlama
düşüncesi beni çok korkutuyordu. Hele ki sonuçları kestiremeyince bu daha da
artıyordu. Bir de elimdekini kaybedersem bulamam düşüncesiyle aynı şeyleri
yaşayıp duruyordum.
Belki de bu nedenle şehirlerde bitmek bilmeyen
bir koşuşturmaca, sürekli bir yerlere gitmeye çalışan insanlar vardı.
Mecburiyetlerimiz çoktan bizi esir almış ve bunu da işin normali zannediyorduk.
Böyle gelmiş böyle gidecekti. Başka nasıl bir seçenek olabilirdi ki? Arkadaşım şuracıkta tüm dünyamı üzerine
kurduğum doğrularımı sorgulatıp tuzla buz etmişti.
İnsanın yaşam sevinci olmalı…
Arkadaşım haklıydı. Huzur bu kadar ucuz ve kolayken ben yapay bir konfor için ömür
tüketiyordum. İstediğim konforu satın almak için deli gibi çalışıyor, onu
kaybetmemek için daha çok çalışıyordum. Aileme, kendime ayıracak vaktim
kalmıyordu. Benim için gerçekten hayat zordu. Peki hangi ara keyfini sürebildim
ki? Birkaç haftalık tatil belki ama onun içinde tüm yıl uğraş, çalış. Tatil
ortasına giren iş mi dersin, tatminsiz çocuklar mı dersin hepsi vardı. Tatilin
ise sadece adı vardı ama tadı yoktu.
Eşim de benden farksız değildi. O da daha mutlu,
daha konforlu yaşama ümidi ile çalışıp duruyordu. Çalışırken çocuklar büyüyor,
anne ve babalarımız yaşlanıyor, zaman geçiyor, biz de mevcut halimizden değil de
bir gün ulaşacağımızı düşündüğümüz hayat için koşturup duruyorduk. İstediğim
yaşam gerçekten bu mu, yoksa bize dayatılan hayatı mı yaşıyoruz? Kendimize,
çocuklarımıza, eşimize daha kaliteli zaman ayırmak, onlarla daha iyi vakit
geçirmek için neyi bekliyorduk? O günü beklerken bugünü yaşayamamak, ailece
küçük küçük de olsa anılar neden biriktiremiyorduk? Oysaki bir günlük keyifli bir orman gezisiyle bile hiç
olmadığım kadar rahatlamıştım. Üstelik hiçbir işim de geri kalmamıştı. Eve
varır varmaz bunları eşimle paylaşmaya, sonraki sefere eşim ve çocuğumla birlikte
ormana gitmeye karar verdim.
İnsan yanılır. Yanıldığının da farkına varmaz.
Yeniden düşününce, hayata tekrar bakınca gerçeklerin
de yanılgıların da farkına varır.
Hayata
yeniden bakmayı öğrenmek için hiçbir zaman geç değil.
Doğru karar alabilmek, doğru seçimler yapabilmek için insanı açık bir bilince yönlendirir. Problemlerin gerçek çözümlerine yönelik stratejiler verir.
"Kim Kimdir" ile başlayan, "İlişkilerde Ustalık" ve "Başarı Psikolojisi" ile devam eden programları insanların kendi dünlerine göre daha mutlu ve daha başarılı olmalarına katkı sağlar.
Yorumlar
Yorum Gönder